
Dolomitler için aslında ilk planımız bir karavan kiralayıp gezmekti. Münih Havaalanı’ndan kiralama yapılabilen Camper Boys, karavan kiralama için oldukça iyi bir alternatifti. Otomatik vitesli, dizel ve son model Volkswagen California karavanı 4 günlüğüne kiralamak için €85 günlük ücret ve kiralama başına bir kez alınan €85 ile toplamda €425 çok da mantıksız görünmüyordu. Ancak Pegasus rezervasyonumuz ile CarTrawler’dan otomatik vitesli bir Volkswagen Golf’ü 4 günlüğüne 534 TL’ye (yaklaşık €82) bulunca bu sevdadan vazgeçtik. Ne de olsa günlük €85-100 arası konaklama bütçesi ile karavan içi yerine duşu, tuvaleti olan bir otelde kalabilirdik.
Münih Havalimanı’ndaki Enterprise şubesindeki çalışan görevli Türk çıkınca aramızda bir sevgi seli oluştu ve sağ olsun bizim aracı benzinli Golf’ten dizel bir Audi A3’e ücretsiz yükseltti. Hem çok konforlu, hem de gayet az yakıt tüketimiyle şahane bir seyahat geçirmiş olduk. Münih Havalimanı Enterprise Şubesi’ndeki Ertuğrul Bey’e -buraları görmeyecek olsa da- teşekkürlerimizi sunalım🙈
Almanya’da benzin, dizelden yaklaşık %20 daha pahalı. Dizel araçların yakıt tüketiminin benzinlilerden genelde düşük olması da göz önünde bulundurulunca 1.000 kilometrelik bu rotada ciddi bir avantaj elde etmiş olduk.
1. Gün: Münih – Lago di Braies – Braies
Münih Havaalanı’ndan aracı teslim aldıktan sonra navigasyonun önerdiği en hızlı rotadan Dolomitler’e doğru yola çıktık. Dolomitler turunu biz Bolzano yerine Braies’ten başlayarak saat yönünde giderek tamamladık, çünkü Braies’i sona bırakırsak soğuk ve yağışlı hava ile karşılaşma ihtimalimiz vardı. Münih başlangıçlı Dolomitler rotasını, hava durumuna göre saat yönünün tersine Münih – Bolzano – Braies – Münih şeklinde yapmak da mümkün.
Münih Havalimanı’nda Lago di Braies yaklaşık 300-320 km. Biz hava koşullarına çok güvenemediğimiz için hiç mola vermeden bir an evvel varmak istedik, güzel bir havada bu yolu gidecekseniz yol üzerinde harika manzaralar ve köyler göreceğinizi, durup mola vermek isteyeceğinizi de hesaba katarak navigasyonun gösterdiği varış saatinize helalinden 1-1.5 saat eklemenizi şiddetle öneririm.
Önemli not: Münih’ten Dolomitler’e giden her alternatif yol Avusturya’dan geçiyor. Avusturya’da araçlarda vignette (taşıt pulu) zorunlu. Eğer aracınızı Avusturya’dan kiralıyorsanız aracınızda büyük ihtimalle bu pul vardır, ancak bizim gibi Almanya’dan kiraladıysanız kendi pulunuzu kendiniz almanız gerekli. Yol üstündeki benzin istasyonlarında bulabilirsiniz, biz daha Münih’ten çıkmadan yol üstünde yemek için durduğumuz ilk tesiste taşıt pulumuzu aldık ve ön cama yapıştırdık.
Fiyatları; 10 günlük €9,20; 60 günlük €26,80; yıllık €89,20. Otoyollarda kameralar sürekli kontrol ediyor, yakalanırsanız cezası minimum €120. Euro’nun canımızı çok yaktığı günlerde çoluğunuzun çocuğunuzun rızkını cezaya ödemek istemezsiniz bence😜
Bir not daha: Avusturya şehri Innsbruck’un biraz güneyinde, İtalya’ya doğru giderken şayet otoyoldan ayrılmazsanız Europabrücke’den (Europe Bridge) geçeceksiniz. Bu köprüden geçiş ücreti tam €9,50! Bizim bundan haberimiz olmadığı için Habsburggazi Köprüsü’ne mecburen bu parayı verdik. Alternatifini yazının ilerleyen bölümlerinde bulacaksınız.
Yaklaşık 3,5-4 saat ağzımızın suyu aka aka o cağnım yollarda hiç mola vermeden Lago di Braies’e vardık. Göl milli park tarzı bir oluşumun içinde, arabanızı park edeceğiniz yerde saatlik €4 gibi bir park ücreti ödüyorsunuz. Biz gittiğimizde düşük sezon olmasından dolayı gölün etrafında 3-5 kişi vardı, fakat yüksek sezonlarda gölü sakince fotoğraflamak açısından çok erken saatlerde gitmeniz gerektiğini sanırım söylememe gerek yok. Yaz sezonu ile beraber gölün klasik fotoğraflarında yer alan kayıklarla gezinti yapmak da mümkünmüş fakat dediğim gibi biz gittiğimizde hepsi kaldırılmıştı, gölün etrafı bomboştu. Bu haline çok bayılmasak da yine de yağmursuz bir havada, en önemlisi de gölü donmadan görebildiğimiz için yine de şanslı sayılırız. Zaten birkaç kare fotoğraf çekip, biraz etrafa bakınıp hemen ayrıldık Lago di Braies’ten.
Lago di Braies’in çevresindeki manzaralar ağzınızı açık bırakacak güzellikte, gerçekten “Aha harbiden Alpler’deyim” hissine hemen kapılıyorsunuz. Benim artık daha fazla dayanamadığım, manzarası şahane olduğu için arabadan inip çekim yaptığım bir tepede o akşam konaklayacağımız otelin olduğunu öğreniyorum. O gün 4. evlilik yıldönümümüz olmasından sebep Melih ufak bir sürpriz yapıp benim az evvel çekim yaparken “Ah ulen bu manzarada güne uyananlar da var” diye kenafirce göz devirdiğim otelden o gece için yer ayırtmış meğer🙈😍 O an sevinçten delirecektim, 5 dk önceki kenafirliğim yerini hızla “Aaa ne güzel, insanlar burada konaklıyor” pıtırcıklığına bıraktı😂
Şimdi efendim, izninizle bu oteli en ince detayına kadar paylaşmak istiyorum. Bu zamana kadar envai çeşit otelde kaldık, ben sosyal medyadan daha fazla soru aldığım bir yer hiç görmedim. O kadar çok soruldu ki otel, bir ara artık yemin ederim dm’lere yetişemedim Instagram’dan. Tüm bu sebeplerle, otele bir alt başlık açıp fiyatından yemeklerine detaylıca paylaşacağım. Moserhof Gasthaus/Restaurant ile ilgili detaylı bilgiyi için buradan…
2. Gün: Braies – Lago di Dobiaccio – Lago di Misurina – Cortina d’Ampezzo – Passo di Giau – Passo Pordoi – Sella Pass – Val Gardena – Compatsch – Alpe di Suisi (Seiser Alm) – Castelrotto
Dolomitler’deki 2. günümüze şahane başladık. Moserhof’tan pılımızı pırtımızı toplayıp, 300 fotoğraf daha çektikten sonra yola koyulduk. Şansımıza, hava korktuğumuz gibi olmadı ve güneşliydi. İlk durağımız Lago di Dobiaccio (Toblacher See). Bu göl, Lago di Braies kadar ünlü değil sosyal medyada, ama bence ondan çok daha güzel. Gölün çevresinde biraz bakındık, o sırada yaşlı bir amca yanımızda göle girip Alp Dağları’nın gölgesinde oltasını göle saldı. Etrafta başka da kimsecikler yoktu, bu haliyle gölü fotoğraflamak çok keyifli oldu. Size tavsiyem, burası için açık bir havayı tercih etmeniz, küçücük bir restoran var ayakları gölün içinde, onun suya yansıması şahane fotoğraf kareleri yaratıyor👌🏻
Lago di Dobiaccio’dan sonraki durağımız yakın mesafedeki diğer bir göl, Lago di Misurina oldu. Bu gölü tamamen donmuş halde gördük. Sanırım Dolomitler’in güzelliği de burada, bir gölü berrak halde görebilirken 15-20 dk mesafedeki bir başka gölü tamamen donmuş halde görebiliyorsunuz. Yine görmenizi tavsiye ettiğim noktalardan, eminim donmamış hali de çok fotojeniktir.
Gölden ayrıldıktan sonra yolumuzun kesiştiği bir diğer durak Cortina d’Ampezzo kasabası oldu. Burası kayak sporlarına ev sahipliği yapması ile ünlü, oldukça şirin bir kasaba. Mevsimden dolayı teleferikler kapalıydı, ancak dediğim gibi kasaba kendi başına da çok güzel zaten, yolunuz oradan geçecekse, mutlaka durup bu küçük kasabayı gezin. Küçük diyorum ama dünya markalarının yer aldığı bir caddesi bile mevcut. Biz o gün bir pazara denk geldik, bu tarz küçük yerleşim yerlerinde yerel pazarları gezmek, sebze meyve fiyatlarına bakmak en büyük zevklerimden🙈 Ayrıca Cortina d’Ampezzo’ya kayak mevsiminde gelirseniz, sizi kasabadan yaklaşık 1.000 metre yükseğe çıkaran bir teleferiklerinin olduğunu da bir kenara not edin, eminim çooook adrenalinli ve eğlencelidir.
Cortina d’Ampezzo’dan çıkışta tüm kasabayı ayaklarınızın altında görebileceğiniz şekilde panoramik manzaralar sunan noktalarda durabilir, güzel karelere yakalayabilirsiniz. Biz buradan devam edip artık dağ yollarına, dağ geçitlerine doğru yol aldık. Bizim gittiğimiz mevsimde havayı hem güneşli hem de karlı görebilme şansımız vardı. Mevsimine göre bu dağ geçitlerinde yollar kapalı olabilir, rotanızı ve planlarınızı ona göre belirlemeniz yararınıza olur. Geçitlere giden her yolun başında, yolun açık mı kapalı mı olduğunu gösteren bilgilendirme tabelaları var, dikkatle takip edin.
Sırasıyla önce Passo di Giau, Passo Pardoi ve sonra Sella Pass üzerinden kıvrıla kıvrıla ilerledik. Yollar çok dönemeçli, tepeden bakıldığında yılan gibi kıvrılıyor. Yol kenarlarında bazı noktalarda kar kalınlığının boyumu geçtiğine eminim. Fakat o minicik dağ kulübelerini o muazzam kıvrımlı yollarda izlemek öyle keyifli ki, virajlı yolların yaratabileceği tüm mide bulantısına değer🙈
Yol bizi düzlüğe indirdiğinde ise yine güzel köyler, yemyeşil vadiler görmeye devam ettik. Dolomitler’in belli bir kısmı geçtiğimiz ekim ayında büyük bir kasırgaya uğramış. Yemek molası verdiğimiz restorandaki kadın bir gecede ormanların tarumar olduğunu, sabah geldiklerinde korkunç bir manzarayla karşılaştıklarını anlattı. Belki milyonlarca ağaç bir gecede domino taşı gibi yıkılmış. İçler acısı bir görüntü. İşin en kötüsü de çoğu dağ eteklerinde olduğundan o bölgelerin temizlenmesi pek mümkün olmayacakmış. Bu iç acıtıcı görüntüler eşliğinde dertlene dertlene yolumuza devam ettik maalesef.
Geceyi Castelrotto’da (Kastelruth) geçirmeye karar vermiş gibiydik. Zaten köye de görür görmez bayıldık. İnsanın bazen plansız hareket etmesi, “Yorulduğumuz yerde konaklarız” diyebilmesi ne hoş bir şeymiş. Gece Castelrotto’da konaklamaya karar verince, bir de şu meşhur Seiser Alm’i (Alpe di Suisi) bir görelim dedik. Burası Castelrotto’ya çok yakın, kayak merkezlerini barındıran, güzel havalarda ise halkın ailecek gezmeye ve pikniğe gittiği bol yeşillikli bir yer. Daha önce hiç yaylaya çıkmadım ama duyduklarımdan yola çıkarak Alpe di Suisi (Seiser Alm) için “Bizim Karadeniz yaylaları gibi bir yer” yakıştırmasını yapabilirim.
Buraya çıkmanın belli saatleri var, özellikle yüksek sezonda araç girişini belli saatler arasında kısıtlayıp yoğunluğu önlüyorlarmış. Tabelaları okuyamayınca, görevli de sağ olsun tek kelime İngilizce konuşamayınca arabamızla bastık çıktık😅 Compatsch yukarıda kayak tesislerinin bulunduğu bölge. Buradan öteye araçla geçiş yasak, sadece otobüslere serbestmiş. Otobüs şoförünün yolda bize yaptığı anlamsız hareketlerden anlamalıydık🤦🏻♀️ Henüz herhangi bir ceza yemedik ama belki de İtalyan hükümeti bir dahaki gidişimizde faturayı elimize tutuşturur😅 Aklınızda bulunsun. Zaten ötede de pek bir şey yok, en azından düşük sezonda.

Neyse kazasız belasız Heidi şarkısı eşliğinde Alpe di Suisi’yi dolaşıp Castelrotto’ya indik. Castelrotto, Dolomitler bünyesinde gördüğüm en şirin yerlerdendi. Hem köy merkezi olsun, hem kırsalı olsun kendimi oraya ait hissettirdi. Geceyi bir gezi rehberinde de okuduğumuz Goldrainer Hof’ta geçirdik. Sanırım yine mevsimin ölü olmasından dolayı yarım saat içinde karar verip şak diye yer bulduk. Başka zaman bu kadar kolay olmayabilir.
Goldrainer Hof bir ailenin çiftlik evi, sabah inek, guguk kuşu ve horoz sesleri ile uyandık. Bolca yeşile, ve tepeden Castelrotto’ya baktığınız harika bir ev. Bir de ev sahibi bize manzaralı balkonu olan odayı verdi, değmeyin keyfimize. Sabah kahvaltımız ise baya baya Windows arka planı gibi bir yerdeydi, kahvaltıda her ne kadar peksimet ve reçel yemiş olsak da manzara her şeyi affettirdi😜
3. Gün: Castelrotto – Bolzano – Val di Funes (Villnöß) – Brixen – Reutte
3. Gün itibariyle canım köyüm Castelrotto’ya veda ettik. Sırada Dolomitler denince belki de en çok adını duyacağınız yer olan Bolzano (Bozen) vardı. Bolzano, tahminimden çok daha gelişmiş, ama çok daha şirin bir yer. Pek çok mağazası , turist dostu pek çok kafesi mevcut. Hızlıca bir turladık Bolzano’yu, meydandaki katedrali, yüzyıllar öncesinde Bolzano’yu oluşturan o tarihi caddeyi gezdik. Tarihi caddeyi gezerken evlerin altlarında fazlaca mağaza mevcut, onları incelerken evlerden birinin farklı olduğunu, gotik mimariyi yansıttığını gözden kaçırmayın, cadde boyunca uzanan evlere kafanızı kaldırıp baktığınızda bir tanesinin yapı olarak diğerlerinden farklı olduğu hemen dikkatinizi çekecek zaten.
Bolzano’yu önemli kılan bir diğer şey 5.300 yıllık buz adam Ötzi’nin mumyasının buluduğu South Tyrol Museum of Archaeology. Her zaman dediğim gibi, müze aşığı bir çift değiliz, ama bu müzeyi şaşkınlıkla gezdik. Kişi başı 9 Euro vererek gezebileceğiniz bu müzeyi aman ha atlamayın.
Buz Adam Ötzi; 1991 yılında Ötztal Vadisi’nde doğa yürüyüşü yapan Alman bir çift tarafından bulunuyor. Çift önce bu adamın yeni ölmüş olduğunu zannedip polisi arıyor. Fakat ortaya çıkan gerçek herkesi şok ediyor. Ötzi, 5300 yıl önce ölüp, karlar altında kalarak bunca yıl hiç bozulmadan doğal şartlarda korunarak günümüze gelmiş Dünya’nın en eski ıslak mumyası. Yıllarca kar kütlelerinin altında kalan Ötzi hakkında her geçen gün bilim insanları yeni bir gerçeği gün yüzüne çıkarıyor. 5300 yıl önce en son yediği yemek kalıntıları dahi midesinde bulunan bu mumya insan inanılmaz ilgi çekici bir şekilde bu müzede sergileniyor. Küçücük bir camdan bu mumyayı görebiliyorsunuz. Fotoğrafını çekmek ise yasak. Ötzi’nin vücudunun değişik yerlerinde bulunan siyah dövmeler taa o yıllarda olası bir akupunktur tedavi yönteminin atası olarak kabul görmekteymiş. Hatta ve hatta Ötzi’nin öldüğü anda üzerindeki kıyafetler, yanında taşıdığı alet edevatlar o tarihe ait pek çok bulguya işaret ediyor. Akıllara durgunluk veren bu mumyayı ve müzeyi görmenizi şiddetle ama şiddetle tavsiye ederim.
Bolzano’yu biraz daha turlayıp, ufak bir pizza molası verdikten sonra bu güzel şehirden ayrıldık. Yola devam edip, Dolomitler’in en meşhur noktalarından olan Val di Funes’e (Villnöß) vardık. Burası göz alabildiğine yeşillik, en güzel görselleri yakalayabileceğiniz muazzam bir vadi. Biz biraz yağmur zamanına denk geldik. Val di Funes denince ilk karşınıza çıkan o minik kiliseyi aradı hemen gözlerimiz. Bu minik kilise kocaman bir düzlüğün tam ortasında, yeşilliğin başladığı noktada ufacık bir ahşap dürbün düzeneği yapmışlar, oradan tek gözle bakınca kiliseyi net bir şekilde görebiliyorsunuz. O görüntü o kadar güzel ki, koca yeşilliğin ortasında bu ufacık kiliseden başka hiçbir şey yok, kendinizi kaptırıp o yeşilliğin içinde koşasınız geliyor.
Biraz Val di Funes havası aldıktan sonra adını internette duyduğumuz ama kimsenin de gittiğini görmediğimiz ufak bir kasabaya uğrama kararı aldık: Brixen. Brixen’in biraz dışında Neustift Manastırı var. Burası adeta ufak bir köy gibi. Üzüm bağları, kocaman bir kilise, manastır tesisi ile kesinlikle 1 saatlik bir turu hakediyor. Çok sevimli bir durak burası, Brixen’den geçecekseniz, bu manastır kompleksinde biraz mola verin.
Brixen de “İyi ki uğradık” dediğimiz duraklardan biri oldu kesinlikle. İçinden dingin dingin akan nehri, temiz sokakları ve güzel evleri ile, daha önce hiç duymayıp o gün keşfettiğimiz bir hazine oldu adeta. Öylesine gezerken sarmaşıklarla kaplı bir duvarın gölgesinde ufak bir kahve molası verdik. Ve gözümüze o güne özel insanların kendi el emeklerini bavulların içinde sergiledikleri konsept bir kermese denk geldik. Böyle aniden karşımıza çıkan yerel sürprizlere bayılıyorum.
Brixen’de sokaklar arasında kaybolurken güzellikleri kendimize çektik adeta. bir sonraki köşe başında da bir kuyruk gördük, baktık insanlar deli gibi dondurma kuyruğunda. bir yerde çok talep varsa kesin iyidir diyerek hemen sıraya girdim. Bir top muzlu bir top da fıstıklı dondurma aldık Pradetto isimli bu dondurmacıdan. özellikle fıstıklı enfesti, tesadüfen şahane bir yer keşfetmiş olduk kısacası. Biz Brixen’e çok beklentili gitmediğimiz, sadece meraktan uğradığımız için inanılmaz beğendik. gece konaklamak için değil belki ama bizim gibi kahve molası, minik bir dondurma kaçamağı için durabilir, bu sevimli yerin tadını çıkarabilirsiniz.
Dönüş biletimiz yine Münih’ten olduğu için artık İtalya’ya veda edip yavaştan önce Avusturya, ardından Almanya’ya doğru rota oluşturma vakti.
4. Gün: Reutte – Füssen – Neuschweinstein – Romantik Rota – Münih
İtalya’dan Avusturya’ya giden yollar yine tadına doyulmaz güzellikte. Dönüş yolunda, A22 Autostrada (Otoyol) yerine ona paralel, köylerin ve kasabaların içinden geçen SS12 numaralı karayolunu tercih ettik. İtalya – Avusturya sınır geçişinin olduğu Brenner’den Avusturya’ya girdikten sonra da, Avusturya’da A13 otoyolu yerine yine 152 numaralı karayolunu seçerek Europabrücke’yi pas geçmiş olduk. Innsbruck’a kadar bu yolda kalıp, Innsbruck’a girişte A12’ye katıldık ve Mötz’e kadar bu otoyoldan devam ettik.
Bu zamana dek günlük güneşlik giden hava, akşamüstü Reutte’ye varmak üzereyken her yeri beyaza boyadı. Sevinç çığlıkları atıyordum “Buraların yazını da kışını da gördük” diye🙈 Küçücük kulübelerin küçücük çatıları ve alabildiğine yeşil vadiler bembeyaz oluverdi.
Geceyi Reutte’de kalacağımız Tannenhof Oteli’nde geçirdik. Gayet güzel, konforlu bir otel. Sabah kahvaltımızı kar manzarası eşliğinde yaptık. Dolomitler tatili boyunca damak tadımıza en uygun kahvaltılardan biriydi kesinlikle. Reutte’yi kar yüzünden pek gezemedik, asıl amacımız burada meşhur olan Highline 179 asma köprüsüne ulaşmaktı. Köprü her gün sabah 8.00 akşam 10.00 saatleri arasında açık. Kişi başı €8 ödeyerek bu köprüye çıkıyorsunuz. Arabayı park ettiğiniz yerden yaklaşık bir 15-20dk yürüme mesafesi var, fakat biz çok karlı bir havada gittiğimiz için kişi başı €6 daha ödeyerek yukarıya füniküler ile çıktık.
Köprünün yerden yüksekliği 114 metre, uzunluğu ise 406 metre. 7 ton ağırlığındaki bu dev köprüde aynı anda 500 kişi yürüyebiliyor. Köprü öyle yüksekte ve öyle uzun ki havada sallanıyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Biz sayısız çam ağacının ve Alplerin karlı görüntüsüne bir de tepeden bakmış olduk. Kesinlikle parasına değen bir hazzı var.
Köprüde işimizi bitirince, Reutte’den yaklaşık bir saat uzaklıktaki Füssen ile rotamızın Almanya ayağına geçtik. Füssen Almanların meşhur Romantik Rotası’nın bittiği yer. Gayet küçük, ama sevimli bir yer. Eski şehir merkezindeki rengarenk evleri, meydanın bir sokak aşağısındaki gayet süslü kilisesi ile çok fotojenik bir şehir. Biz nehir kenarı boyunca ufak bir yürüyüş ile Füssen’i kabaca turladık.
Füssen’in ardından 3 yıl önce gidip de bayıldığımız, Romantik Rota’nın belki de gözbebeği olan Schloss Neuschweinstein’a (Neuschweinstein Kalesi) bir kez daha uğramak istedik. Bu kez karlı halini görecek olmamız da ayrı bir heyecan yarattı elbette. Kaleye yürünen o yol komple üzeri karla kaplanmış ağaçların altından geçiyordu, ara ara ağaçların tepesinden insanların üzerine aniden dökülen kar kütlelerine güle güle yolu tamamladık. Yoğun kış şartlarından dolayı, kalenin fotoğrafının en güzel çekilebildiği Marienbrücke kapalıydı. Kalenin o ikonik görüntüsünü köprüden göremedik belki ama yol boyu görmek bile bize yetti.
Kaleden sonra artık istikamet Münih. Romantik Rota’yı gezmek bu seyahat için hiç aklımızda olmadığından, Neuschweinstein sonrası Münih’e dönüşü meğer Romantik Rota’dan yapmışız da haberimiz olmamış. Adım başı çıkan Romantische Straße tabelalalarından da şüphelenmeyip 17 numaralı karayolu boyunca Romantik Rota üzerinde yer alan köylerin birkaçının içinden geçerek birkaç saat içinde vardık Münih’e.
Hava yağmur sonrası güneş açmış, ah en sevdiğim. Yine 3 yıl evvel gelip de benim hala aklımdan çıkmayan “English Garden” (İngiliz Bahçesi)da alıyoruz soluğu. Aynen bıraktığım gibi bu devasa park. Akşam yemeğimizi park çıkışı 3 yıl önce de gittiğimiz ve benim hala adını sayıkladığım Meksika restoranında yedik. “La Taqueria” özellikle burrito ve nacho‘da çok başarılı. Bir daha Münih’e gitsem yine bayıla bayıla yerim.
Yemek sonrası, hooop Marienplatz. Burası tüm yürüyüş turlarının başladığı, şehrin kalbinin attığı yer. Sanki daha önce gezmemişiz gibi, takıyoruz kulaklıkları, başlıyoruz sesli yürüyüş turumuza. Tam 2 saatte tekrardan keşfediyoruz bu güzel şehri. Pek bir şey değişmemiş Münih’te bıraktığımızdan bu yana. İçmeyi sevmeyen biriyseniz bile turun sonunu Hofbräuhaus’ta bitirin mutlaka. Burası her daim müzikli, oldukça tarihi bir bira evi. Sırf binanın tarihiliğini ve ortamın canlılığını görmek için bile bir göz atmaya değer.
Gece Art Hotel Münih’te konakladık. €60’ya Münih gibi bir şehirde, tren garına bu kadar yakın kalınabilecek en güzel otel bence. Kahvaltısı ise gerçekten çok güzeldi. Münih seyahati yapacaklara gönül rahatlığı ile tavsiye edebileceğim bir konaklama seçeneği.
İşte geldik rüya Dolomitler gezimizin sonuna. Bu zamana dek her evlilik yıldönümümüzü bir balayı adasında geçirmiş bizim için yeni bir seçenekti dağlarda bir tatil. Azıcık tereddüt içinde gittik. Ama tek kelime ile aşık olarak döndük. İnsan gözünün görebileceği en güzel manzaraları görüp, bazılarının gerçekliğinden bile şüpheye düştük. Kendiniz için 3-4 gün ayırıp yapabileceğiniz en güzel şey olur Dolomitler’e bir rota planlamak.
Bu seyahatte bizimle olduğunuz, güzel geri dönüşleriniz için çok teşekkürler!
Yeni rotalarda görüşmek üzere…
Sevgiyle,
Gülşen! (Hepsini tabii ki o yazmadı, hatta çoğu bana ait. Melih!)
2 comments
Çok keyifli ve dolu dolu bir yazı 😍 umarım gitmek bir gün bana da nasip olur 🙏🏻
Colmar’ı sayenizde sevdik şimdi Dolomitler’e aşık olduk. Bucket List hızla artıyor, sevinsek mi uzulsek mi :p neyse ben sevinmeyi tercih ettim. Tesekkurlerrr ❤️😘